
26 Ocak 2009 Pazartesi
MISIR BEBEKLERİ

YARALI ÇOCUKLAR

Yalnız bir ufak kusuru
Var bu bombanın
Oyuncağını bırakıyor,çocuğunu götürüyor
O kadar olacak artık, hoş görün
Neye yarar yoksa
Bunca teknik gelişme
Bir çocuğu bile
Öldüremedikten sonra
ANNE FRANK ÜŞÜYOR

Anne Frank için karanlık günlerin başlangıcı olan 1935 yılında, Yahudi çocukları aşağılamak üzere faşistler tarafından çekilen bir fotoğraf Berlin duvarlarına asılır.Gülümseyen bir kız ve erkek çocuğun görüldüğü fotoğrafın altında şu yazılıdır kocaman harflerle: "İki harika ari çocuk"... Alman ırkçılığının ve buna karşı olarak da Yahudi düşmanlığını körüklemek amacıyla fotoğrafı çekilen çocukların adları Herbert Levy ve Ellen Eva'dır...Ve bu 'harika' çocuğun anne ve babaları Yahudidir!
Çocuğun kullanıldığı çirkin savaş propagandalarından biri de, 1990'lı yılların başında, Amerika'nın Irak'a saldırdığı Körfez Savaşı'nda yaşanır.Amerika Birleşik Devletleri'nin televizyon kanallarında bir Kuveytli kız, Saddam'ın çocukları işkence yaparak öldürdüğünü anlatır gözyaşları içinde. Zavallı kızın sözlerinden tüm dünya etkilenir ve bu haber sonrasında Amerika yanlılarının sayısında artış görülür. Oysa, kız çocuğunun babası Kuveyt'in ABD elçisidir ve savaş için yalan söylemeye zorlanan çocuk, hayatında bir kez olsun Kuveyt'e gitmemiştir.
25 Ocak 2009 Pazar
TURNA KUŞU

Atom bombası atıldığında iki yaşında olan Sadako, on iki yaşına geldiğinde radyasyonun etkisiyle yatağa düşer.Bir Japon inancına göre kağıttan bin turna yapanın dileği gerçekleşirmiş.Ölümün pençesine düştüğünü öğrenen Sadako, hasta yatağında başlar kağıttan turna kuşları yapmaya!
OYUNCAKÇI AMCA
Ne çok oyuncakların var;
Top, tank, tüfek, tabanca...
Gövdem titriyor,
Onlara bakınca!
N'olursun oyuncakçı amca,
Bundan böyle bizlere,
Oyuncak tüfekler yerine,
Ak yelkenli bir gemi,
Bir de süslü bebekler getir,
Unutma e mi?
Sonra oyuncakçı amca,
Senden aldığım tüfekleri,
Bozarak onlardan kuş yaptım,
Bana kızmazsın, değil mi?
(Kırdığımız Oyunaklar)
HUMBARA'DAN KUMBARA'YA
Savaşların altında ekonomik çıkarların yattığını günümüzde artık çocuklar dahi biliyor.Kumbara,bu gerçeğin habercisiydi aslında; çünkü içini bozuk paralarla doldurduğumuz 'kumbara' sözcüğünün kökeni, bir silah olan 'humbara'dan gelmektedir.(Kırdığımız Oyuncaklar)

İşte benim çocukken harçlıklarımı biriktirdiğim kumbaram. Kenarında " Emniyet Sandığı" yazısı yeralıyordu. Paraları başının üstünde yer alan bölmeden atıyordum.Altında yarımay şeklinde bir alan vardı.İlk zamanlar burası kapalıydı.Sonradan bu alanı bıçak yardımı ile açmışız.(Annemle babamın izni dahilinde olsa gerek.Kendi başıma böyle bir şeye hem tehlikeli olduğu, hem de izin almadan teşebbüs edemezdim) İçinde epey bozuk para birikmişti.Hınzır arkadaşlarımdan birinin verdiği dahiyane fikirle, gidip alt bölmeden bozukluk almaya başladım.(Hiç kolay olmuyordu elbette.Çünkü paralar kolay gelmiyordu ve ben küçük çocuk parmaklarımı içine sokmak zorunda kalıyordum.Bu işi yaparken de parmaklarım yaralanıyordu,kimi zaman da kanıyordu)Paraları ne mi yapıyordum? Elbette bakkala gidip, sakız, leblebi tozu, dido falan alıyorduk. Bir süre sonra annem temizlik yaparken toz aldığı sırada kumbaranın hafiflediğini farketmiş olmalı.Beni karşısına aldı ve kumbaramdan para alıp, almadığımı sordu.Ben de açık ve net bir şekilde aldığımı söyledim.Ne de olsa o paralar benimdi ve istediğim gibi harcardım.Ancak annem bunu yapmamın doğru olmadığını, kumbaradan para aşırmanın değil; para biriktirmenin asıl amaç olduğunu anlattı.Üstelik neden hep ben para harcıyordum acaba? Neden arkadaşım hiç ısmarlamıyordu?Bir düşünmeliydim. Gerçekten o an kullanıldığımı ve paramın ne kadar azaldığını anladım. Bir daha da ellerim kanamadı.
Ne yazık ki, o da birgün kayıplar listesinde yerini aldı.Bu yazıyı okuduğumda internette kumbara resimlerine bakarken, benim kumbaramın aynısının fotoğrafını gördüm.Biranda o günlere geri döndüm; içim, parmaklarım acıdı.
24 Ocak 2009 Cumartesi
HER ÇOCUK BAŞKA BİR MELEK
KÜÇÜK KIZIN GURURU; BÜYÜK KIZIN UTANCI
-Akşam, televizyonda Filistinli kızı seyrettin mi?
-Ay,evet.Ama üzüldüğüm ve dayanamadığım için kanalı değiştirdim.
-Evet ben de çok üzülüyorum.Ancak kanalı değiştiremedim.Biz onun yaşadıklarını yaşamadığımız halde,dayanamıyoruz, tahammül edemiyoruz.O ne yapsın? Kıza sordular "Senin için ne yapalım, aileni de Türkiye'ye getirelim mi? Kız ded ki : "Hayır! Ülkemi neden terk edeyim? Sadece ülkeme uygulanan ambargoyu kaldırsınlar!" Savaş olmasına rağmen, ülkesini terketmiyor. Gurura bak be!
Televizyonu seyretmemek, gerçekten görüntülere dayanamadığımız için mi; yoksa vicdanımızın sesini kısmak için mi? O görüntüleri ekranımızdan silebiliriz, ama hayattan asla!
Savaşa rağmen ülkesini terk etmeyen bir kız çocuğuna karşılık, ülkedeki olumsuzluklarla savaşmaktansa tercihini "UYGAR" bir ülkede yaşamaktan yana kullananlar.Sonra da eşine dostuna yurtdışından mailler yollayıp, "Vatan sevgisi, bölünmez bütünlük, şehitlerin kanıyla sulanmış kutsanmış toprakları "Ya sev; Ya terk et" sloganlarını yollamak.Garip çelişki doğrusu.
Bazılarımız ise, yaşanan savaşın sorumluluğunun tamamını Filistin Halkı'na yüklüyor: "Zamanında topraklarını İsrailliler'e satmasalardı, onları ülke sahibi yapmasalardı, şimdi bunlar olmayacaktı.Sen toprağını sat, sonra da zavallı durumuna düş.Satmayacaklardı.Satarlarsa sonuçlarına da katlanırlar, işte böyle"
Peki ya biz? İngiliz'e, Fransız'a, Alman'a, İtalyan'a ,Arap'a verimli topraklarımızı, zeytinliklerimizi dönüm dönüm ,(siteler, villalar yapılsın, "Ceplerimiz döviz görsün, hayatımız kurtulsun,bir oh diyelim" diye) satmadık mı? Fabrikalarımızı, devlet işletmelerimizi üç kuruşa vermedik mi?
Türk bildiğimiz pek çok marka artık bizim değil. O ürünleri üretenler artık biz değiliz, ama bazıları hâlâ kuruluş adları ile varlıklarını sürdürüyorlar. Memleketimin insanı da ismi Türkçe görünce, kendi malı sanıp alıyor.Hani bir zamanlar kutladığımız "YERLİ MALI HAFTASI"nda bize öğrettikleri slogana ne oldu?
TÜRK MALI, YURDUN MALI ONU HERKES KULLANMALI" ???
VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ!

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
19 Ocak 2009 Pazartesi
Հրանդ Տինք - FIRAT - HRANT DİNK

Bugün Şişli'de Halaskârgazi Caddesi üzerindeki Agos Gazetesi'nin önünde binlerce sızlayan yürek bir olduk.
14 Ocak 2009 Çarşamba
KIRDIĞIMIZ OYUNCAKLAR




Bir diğer oyuncağım, babamın hediyesi olan küçük piyanodur. Onu paketinden çıkardığımda şaşkınlıktan nutkum tutulmuştu.1970'li yıllar için olağanüstü bir oyuncaktı.Sabah ilk işim onu arkadaşlarımla tanıştırmak oldu.İlk tanışma, komşumuz Gülhanım Teyze'nin torunu(anne ve babası Almanya'da gurbetçilerindendi) Sema ile gerçekleşti. Sema önce ne olduğunu algılayamadı.Ta ki ben tuşlarına basıp, bir şeyler çalamayıncaya dek. Ben demirli pencerenin içinde , o dışında piyanoyu keşfetmeye çalıştık.Piyanoma da,gözüm gibi bakıyordum. Evimize gelen çocuklar onu görür de alırlar diye, büfenin içinde saklıyordum.bebeğim büfenin üstündeydi ve albenisi olsa da bebekti.Ancak piyanonun acayip bir çekim gücü vardı.Hangi çocuk olsa,görür görmez ona dokunmak isteyecek ve bu istek önü alınmaz şeklide o kişiyi sarıp sarmalayacak ve...Büyüdüm, ama hayranlığım ve keşfim hiç bitmedi.Bazen elime alır değişik şekillerde tuşlarına basar ve kendimce melodiler çıkarmaya çalışır, çocuk oluveririm.



UFUK. Sahip olduğum ilk oyuncağım. Ben, Bakırköy-Yenimahalle-Sümerbank Evleri'nde dünyaya gelmişim.Bu evler iki katlıydı.Üst katında kiracı olarak 3 çocuklu(Metin Abi, Sibel Abla,Sevgi Abla) bir aile(Nermin-Sahip Kıratlı= Komşu Annem ve Komşu Babam) yaşıyordu.Biz alt katta idik.Beni çocuklarından biri gibi severlerdi.Emeklemeye başladığımda gizlice merdivenlerden çıkar, yukarı kattaki kalabalık aileye katılırmışım.Komşu Annem'in kız kardeşi Almanya'daymış.Bir de oğlu varmış; Ufuk. Benim doğduğum haberini alınca, Türkiye'ye izine geldiklerinde bana oradan bir oyuncak getirmişler.Annem de oyuncağımın ismini UFUK koymuş.Biz o evden, ben 2,5 yaşındayken Küçükçekmece-Tepeüstü'nden ev aldığımız için taşımak zorunda kaldık.Ama bu ayrılığa ve yeni eve annemle ben, 1-1,5 yıl kadar alışamadık.Ben sürekli "Anne evimize gidelim, ben burayı sevmedim."; annem ise "Buralara nasıl alışacağım?"diye ağlayıp durmuştuk.Ama zamanla insan herşeye alışıyor. Yenimahalle'den, Komşu Annemler'den, Ufuk Abi'den tek kalan hatıra olark sakladım, mızıka çalan çocuğu.Nedendir bilmem, hep bana mahsun, garip gelmiştir,Ufuk.Belki Ufuk Abi'nin annesini gencecik yaşta göğüs kanserinden kaybetmesinden, belki de yaşadığım ayrılık acısıyla bu mızıkacı çocuğu özdeşleştirdiğimden.Kimbilir?