14 Ocak 2009 Çarşamba

KIRDIĞIMIZ OYUNCAKLAR























Şu sıralar büyük bir heyecanla okuyorum, "KIRDIĞIMIZ OYUNCAKLAR"ı.
Bu kitabı; 2005 yılında Tüyap Kitap Fuarı'nda, değerli sanatçımız, oyuncak dostu,Sunay Akın'ın güzel temennileri ile aldım. Okuma işini hep erteledim.Çünkü bu kitap beni çocukluk yıllarıma götürüyordu ve üzülerek hatırladığım oyuncaklarım gözlerimin önünde beliriyordu.Ben uzun yıllar oyuncaklarımı sakladım.Onlara gözüm gibi baktım.(Çünkü onlar çocukluğumu benim için saklıyorlar, bünyelerinde muhafaza ediyorlardı.)Ta ki üniversiteye gidene dek. Ben evde yokken, sevgili annem temizlik esnasında pek çoğunu ortadan kaldırmış.kimini atmış, kimini de Mustafa'ya(dayımın oğlu,canım kardeşim) vermiş.Ben eve geldiğimde yerlerinde göremeyince büyük üzüntü yaşamıştım. Bedenim parçalara ayrılmış ve uzaklara savrulmuştu.


Size biraz onlardan sözetmek ve de öncelikle bebeklerimden başlamak istiyorum:Sahip olduğum ilk iki bebek:İlkinin hammaddesi naylondu.Elimde biraz sıkı tutsam, parmağım içine girer ve düzeltmek için oldukça uğraşmak zorunda kalırdım.Rengi oldukça koyu, gözleri ise mavi idi.İlk bakışta onun zenci bebeklere öykünülerek yapıldığını hemen anlıyordunuz. Bu bebek oldukça gürbüz görünümlüydü.(Ne büyük bir tezat aslında.Afrika'daki pek çok zenci bebeğin açlıktan kemikleri sayılırken, bu bebek sanki olması gerekeni anlatıyordu) Üzerinde, gözlerinin rengine uygun açık mavi renkte, yazlık, askılı bir elbise vardı. Omuzlarından sırtına doğru uzanan askıları, çapraz şekilde birleşiyorlardı.(Bu elbiseyi dikiş konusunda değme terzilere taş çıkartacak kadar iyi olan Gülannem dikmişti) Bu bebeği büyük bir ihtimalle Nursel Ablam (büyüdüğü ve bebeklerle oynamaktan vazgeçtiği için) vermişti.




İkinci bebeğimi hatırladığım kadarıyla annemle babam almıştı.Darbelere karşı dayanıklı olsun diye, sert bir maddeden yapılmıştı.Kolay kolay zarar görecek gibi değildi.Yatırdığım zaman yeşil-mavi karışımı renge sahip, uzun kirpikleri olan güzel gözleri kapanırdı.Bir de yatarken kısa ama etkileyici şekilde ağlardı.Sebebini bilemediğim bir öfke nöbeti sırasında, hırsımı alamamış olmalıyım ki( bir de onun zarar görmeyeceğini, çok dayanıklı olduğunu düşünerek) bebeği bacaklarından tuttuğum gibi başını duvara vurdum.Bir anda cılız, bozuk ama uzunca bir ağlama sesi çıkardı.Bu sesle kendime geldim. Hemen bebeğimi dik konuma getirdim.Ne yazık ki, darbenin etkisiyle gözleri içine kaçmıştı.Bir anda içimi büyük bir vicdan azabı sardı( ve bu azap yıllar geçtikçe hüzne ve acımaya dönüştü) Bebeğimi kör etmiştim. Artık ne ağlıyor, ne de gözlerini açıp-kapatabiliyordu. Ben daha yaşadıklarımın şokunu atlatamamışken, annem geldi ve bana " Ne yaptın? Bak bebeğini kör ettin! Artık eskisi gibi olamayacak!" demez mi? O anda zaman durdu.Ben, zamanın geri gitmek, bebeğimi kurtarmak için duruduğunu düşündüm.Meğer duran zaman değil, benim zihnimmiş. Bu olaydan sonra uzun zaman bebeğimle oynayamadım.Her aklıma geldiğinde o azap da geri geliyordu.Bir taraftan da neden bu kadar kolay kırıldığına kızıyordum.(Üzüntümü hafifletmek için olmalı) Hatta kıyafetlerini bile çıkarmıştım, kızdığım için.Arada bebeğimi alıp,babamın yanına gidiyor, "Hadi senin ince testerenle kafasının birleştiği yerden keselim, gözlerini tamir edelim"diye başının etini yiyordum.Sonunda benden bıkan babam, dediğimi yapmaya karar verdi.Ancak bebeğim o kadar sertti ki, kesmekte başarılı olmadı.Bana da "Artık böyle oynayacaksın onunla.Bak kesilmiyor" dedi. Mecbur durumu kabullenmeye çalıştım,ama beceremedim.Sonunda onu, rahat edeceği, huzur bulacağına inandığım, elbise dolabıma kaldırdım.Oynamaya doyamadan erkenden ayrıldık,onunla. Ben büyüdüm, ama hiç unutmadım ilk bebeklerimi.Diğer oyuncaklar gibi onların kaderi de başka çocuklara gitmek oldu.(Benden habersiz) Vedalaşamadık bile onlarla.Keşke hep benimle kalabilselerdi.Belki kör olan bebeğimi tamir etme şansım da olurdu.




Bebeklerimden en şanslısı ve en havalısı ise Ebru Halam'ın Almanya gezisinden getirdiği bebektir. Gitmeden önce bize gelmiş ve bana ne istediğimi sormuştu.Ben de bebek istemiştim(her küçük kız gibi) Halam siparişimi vermek için geldiğinde, müthiş heycanlanmıştım.Daha kapıda,içeriye girmeden bebeğimi sorduğumda "Ay, ben senin bebeğini unuttum."demez mi? Ben başladım ağlamaya.Böyle bir tepki vereceğimi kimse tahmin etmedi herhalde. Babam ve annem (biraz da utandıkları için herhalde) " Çok ayıp, sen halanı mı bekliyordun, bebek mi?" dediklerinde, çocuklara has dürüstlükle "Bebeğimi! Bana söz verdi, ama söz verdi!" deyiverdim.Daha fazla beni üzmek istemeyen halam poşetten bebeği çıkarıverdi. Ben hem utanarak, hem de büyük bir merak ve heyecanla elimi uzattım, alıverdim,beklediğimi.Ona gözüm gibi baktım.Biraz oynadıktan sonra başka çocuklar almasın, oynamasın, başına birşey gelmesin ve süsmüş gibi görünsün diye, büfenin üstüne konuldu.Sonra da gerçekten süs oldu.Yıllarca orada kaldı.Arada sırada oynadım.Elbiseleri ne kadar da gerçek gibiydi.Kırmızı deriden, kolsuz bir gömleği, lacivert-beyaz çizgili bir eteği, üstünde beyaz ponponu olan ve başında yan duran,siyah bir şapkası, papuçları ve çorapları, bir de diğer bebeklerde o zamanlar olmayan beyaz bir külodu vardı.Belki de büfenin üzerinden başka bir yerde durmadığı için, özel olduğu anlamı üzerine yüklendiğinden, annem onu kimselere vermedi. Hâlâ benimle beraber.Tanıştırayım :


















Bir diğer oyuncağım, babamın hediyesi olan küçük piyanodur. Onu paketinden çıkardığımda şaşkınlıktan nutkum tutulmuştu.1970'li yıllar için olağanüstü bir oyuncaktı.Sabah ilk işim onu arkadaşlarımla tanıştırmak oldu.İlk tanışma, komşumuz Gülhanım Teyze'nin torunu(anne ve babası Almanya'da gurbetçilerindendi) Sema ile gerçekleşti. Sema önce ne olduğunu algılayamadı.Ta ki ben tuşlarına basıp, bir şeyler çalamayıncaya dek. Ben demirli pencerenin içinde , o dışında piyanoyu keşfetmeye çalıştık.Piyanoma da,gözüm gibi bakıyordum. Evimize gelen çocuklar onu görür de alırlar diye, büfenin içinde saklıyordum.bebeğim büfenin üstündeydi ve albenisi olsa da bebekti.Ancak piyanonun acayip bir çekim gücü vardı.Hangi çocuk olsa,görür görmez ona dokunmak isteyecek ve bu istek önü alınmaz şeklide o kişiyi sarıp sarmalayacak ve...Büyüdüm, ama hayranlığım ve keşfim hiç bitmedi.Bazen elime alır değişik şekillerde tuşlarına basar ve kendimce melodiler çıkarmaya çalışır, çocuk oluveririm.


















UFUK. Sahip olduğum ilk oyuncağım. Ben, Bakırköy-Yenimahalle-Sümerbank Evleri'nde dünyaya gelmişim.Bu evler iki katlıydı.Üst katında kiracı olarak 3 çocuklu(Metin Abi, Sibel Abla,Sevgi Abla) bir aile(Nermin-Sahip Kıratlı= Komşu Annem ve Komşu Babam) yaşıyordu.Biz alt katta idik.Beni çocuklarından biri gibi severlerdi.Emeklemeye başladığımda gizlice merdivenlerden çıkar, yukarı kattaki kalabalık aileye katılırmışım.Komşu Annem'in kız kardeşi Almanya'daymış.Bir de oğlu varmış; Ufuk. Benim doğduğum haberini alınca, Türkiye'ye izine geldiklerinde bana oradan bir oyuncak getirmişler.Annem de oyuncağımın ismini UFUK koymuş.Biz o evden, ben 2,5 yaşındayken Küçükçekmece-Tepeüstü'nden ev aldığımız için taşımak zorunda kaldık.Ama bu ayrılığa ve yeni eve annemle ben, 1-1,5 yıl kadar alışamadık.Ben sürekli "Anne evimize gidelim, ben burayı sevmedim."; annem ise "Buralara nasıl alışacağım?"diye ağlayıp durmuştuk.Ama zamanla insan herşeye alışıyor. Yenimahalle'den, Komşu Annemler'den, Ufuk Abi'den tek kalan hatıra olark sakladım, mızıka çalan çocuğu.Nedendir bilmem, hep bana mahsun, garip gelmiştir,Ufuk.Belki Ufuk Abi'nin annesini gencecik yaşta göğüs kanserinden kaybetmesinden, belki de yaşadığım ayrılık acısıyla bu mızıkacı çocuğu özdeşleştirdiğimden.Kimbilir?

Hiç yorum yok: